29 Haziran 2012 Cuma

Papaz ve Oğlu-Komik Fıkra

Olay Sicilyada geçiyor.
Bir geceyarısı, kasabanın tek doktorunun kapısı şiddetle çalınıyor. Doktor korku ve telaşla kapıyı açtığında, bölgenin ünlü bir mafya babasının adamları, doktora acil bir doğum vakası olduğunu ve derhal hazırlanıp kendileriyle gelmesini adeta emrediyorlar. Doktor gösterişli ve büyük bir eve götürülüyor ve 17 yaşlarında hamile bir genç kızın doğum yapmasını sağlıyor.
Sağlıklı bir erkek çocuğunu doğurtmaktan dolayı yorgun ve mutlu doktor evine dönmeye hazırlanırken, ünlü mafya babası, yeni doğmuş erkek bebeği doktorun kucağına veriyor ve "bu kızımın gayri meşru çocuğudur, bu bebeği al ve git. Bebek senindir ne yaparsan yap, ancak bu olaydan kimseye bahseteme, aksi halde ölürsün" diyor.
Doktor kucağında bebekle şaşkın bir şekilde evinin yolunu tutuyor, ancak daha evine girmeden kasabadan bir kaç kişi yolunu kesiyor ve kasabanın papazının ağır hasta olduğunu, acele papazın evine gitmesi gerektiğini söyleyerek doktoru papazın evine götürüyorlar.
Doktor baygın halde yatan papazı muayene ediyor ve karnının su toplayıp şiştiğini farkediyor. Herkesi odadan çıkardıktan sonra papazın karnındaki suyu boşaltıyor ve mafya babasının gayrimeşru torununu papazın yanına yatırıyor. Kendine gelen papaza da bir erkek çocuğu dünyaya getirdiğini söylüyor. Papaz bu duruma itiraz ediyor, ancak doktorun ikna edici açıklamalarının yanısıra, karnındaki şişliğin indiğini de görünce durumu kabulleniyor.
Aradan 20 yıl geçiyor, papaz yaşlanmış ve ölmek üzere. Başucunda bekleyen yirmilik delikanlı "Baba ne olur ölme, beni yalnız bırakma, ben sensiz ne yaparım baba" diyor, çaresiz gözyaşlarıyla.
Papaz, güçlükle gözlerini açıyor ve "Oğlum, ben senin baban değil annenim, senin baban komşu kasabadaki büyük kilisenin papazı" diyor ve ruhunu teslim ediyor.

24 Haziran 2012 Pazar

Mutlu Olmak İçin

Ege Cansen’in Hürriyet gazetesinde 2007 yılında yayımlanmış bir yazısı, yaşama sanatına katkı niteliğinde.
Kendisine teşekkürlerimizi sunuyoruz ve hepimize iyi gelecek bu yazıyı fırsat buldukça bir daha, bir daha okuyoruz.

- Vücudunuza dar gelen kıyafet giymeyin.
- İlaçla yaşamaktan kaçının.
- Randevularınızı önceden ayarlayın.
- Hafızanıza güvenmeyin; mutlaka yazın.
- Aracınızı, bozulmadan servise götürüp bakım yaptırın.
- Her kilidin yedek anahtarını yaptırın ve belli yerlerde bulundurun.
- Daha sık 'hayır' deyin.
- Yapacaklarınızı öncelik sırasına sokun.
- Zamanınızı israf etmeyin.
- Öğle ve akşam yemeklerini basitleştirin.
- Kötümser insanlardan uzak durun.
- Önemli evrakın birden fazla fotokopisini çektirin.
- Evde çalışmayan ne varsa tamir ettirin.
- Yapmaktan hoşlanmadığınız işler için yardım isteyin.
- İhtiyaçlarınızı önceden belirleyin.
- Bir defada yapılması zor büyük işleri, küçük parçalara ayırın.
- Etrafı toplayın, dağınıklıktan kurtulun.
- Gülümseyin.
- Bebekleri gıdıklayın.
- Dost bir kediyi veya köpeği okşayın.
- Kendinizi, bütün soruların cevabını bilmekle yükümlü hissetmeyin.
- Bazı şeyleri de bilmeyin.
- Karşılaştığınız insanlara, onların hoşuna gidecek bir şey söyleyin.
- Yağmur yağmasını isteyin; yağınca yağmurda yürüyün.
- Arada bir çarşı hamama gidin.
- Kendi kendinize, nerede eski günler, her şey daha güzeldi demekten vazgeçin.
- Verdiğiniz kararın ne anlama geldiğini iyi düşünün.
- Kendinize güvenin.
- Nüktedan olun.
- Sizi mutlu edecek bir şey yapmayı yarına bırakmayın.
- Hiç tanımadığınız insanlara yürekten bir merhaba deyin.
- Eski bir arkadaşlarınızla karşılaşınca ona sıkıca bir sarılın.
- Hava açıksa, gece yıldızları seyredin.
- Bir şarkıyı ıslıkla çalmayı öğrenin.
- Arada bir şiir okuyun.
- Kendinize bir demet çiçek alın. Bir çiçek koklayın.
- Yardım istemekten çekinmeyin; alamazsanız üzülmeyin.
- Görünüşünüze özen gösterin.
- Her şeyi kararında yapın; ifrata kaçmayın.
- Nerede gerekiyorsa, orada mutlaka gerekli emniyet tedbirini alın.
- Daima daha iyisini yapmaya çalışın, ama mükemmeliyetçi olmayın.
- Resim ve heykel sergilerini gezin.
- Ayakkabınızı boyatın.
- Berbere gidin.
- Kendi kendinize bir şarkı mırıldanın.
- İyi bir müzik dinleyicisi olun.
- Kendi kendinize yetmeyi öğrenin.
- Her gün biraz idman yapın; her fırsatta yürüyün.
- Dünyanın en yetenekli insanı olmadığınızı kabul edin; gerekiyorsa elimden ancak bu kadar geliyor deyin.
- Yeni moda birkaç şarkıların sözlerini ezberleyin.
- İşe erken gidin.
- İşe her gün aynı yoldan gitmeyin.
- Amirinizden izin alıp bazen işten erken çıkın.
- Kırlarda dolaşın.
- Maça gidip bağırın.
- Başkaları dilemeden, siz onlara iyi günler dileyin.
- Teşekkür edin.
- Arabanıza güzel koku yayan bir alet koyun.
- Evde kendi kendinize yemek pişirin, güzel bir sofra kurun, sonra da afiyetle yiyin.
- Başkalarını adam etmekten vazgeçin.
- Severken karşılık beklemeyin.
- Sinemada film seyrederken patlamış mısır atıştırın.
- Bir ağaç, olmazsa bir çiçek dikin.
- Şişmanlamayın.
- Hatıra defteri tutun.
- Bir hela temizleyin.
- Kâğıttan bir uçak yapıp uçurun.
- Bir derneğe veya kulübe girin, arkadaş edinin, toplantılara katılın.
- Mutlaka yeterince uyuyun.
- Az konuşun, çok dinleyin.
- İş arkadaşlarınıza ve dostlarınıza iltifatı esirgemeyin.
- Bir güne yapılacak çok şey tıkıştırmayın.
Acelesiz yaşayın; daha önünüzde yaşanacak çok güzel günler var. Stresli davranmak, doğuştan gelen değil, sonradan kazanılan kötü bir huydur; bunu unutmayın.
Son söz; öfkeyi zevk edinmeyin.

14 Haziran 2012 Perşembe

Emekli ve Maratoncu-Bir Başarı Hikayesi

Mustafa Kızıltaş'ın hikâyesini gazetede okuduğumda, yeni bir başarı hikâyesi okuduğumu düşündüm ve paylaşmak istedim. Bu mücadeleci ruh herkese örnek olsun…
Kendisi, 1997 yılında 39 yaşındayken, erken denebilecek bir yaşta emekli olmuş.
Emekli olduktan sonraki 6 ay içinde, 78 kilodan 106 kiloya çıkmış ve şişman bir emekliye dönüşmüş.
Bu durumdan çok rahatsız olan Kızıltaş, 39 yaşına kadar sporla hiç ilgilenmemiş olmasına rağmen, yürüyüşler yapmaya ve sonra da kısa koşulara başlamış.
Kilolarından kurtulmak için başlattığı yürüyüşlerin sonunda, ultra maraton koşabilecek bir fiziksel dayanıklılığa ulaşmış.
Ultra maraton, bedensel güce dayalı bir spor. Her şeyden önce, yaklaşık 10kg ağırlığındaki bir sırt çantasıyla koşmayı ve hızlı yürümeyi başarabilmeniz, bunun için de kuvvetli ve dayanıklı bir vücuda sahip olmanız gerekiyor.
Çalışmalarını sürdüren Mustafa Bey kuvvet ve dayanıklılığını artırmak için bisiklet antrenmanları yapıyor. Ayak ve kol bileklerine takılan ağırlıklarla koşuyor. Deniz kenarında yaşadığı için plajda koşular yapıyor. Bir haftada yaklaşık 100-120 kilometre koşu, 100 kilometre bisiklet antrenmanı yapıyor.
İki yıl önce Likya Yolu Ultra Maratonuna katılmış. Yanlış koşu ayakkabısı seçtiğinden dolayı, yarışın ikinci gününden itibaren ayak tırnakları düşmüş, ayak parmaklarımdan birkaçı patlamış. Yarış konsepti gereği ayakkabı değişimine izin verilmediğinden, ayakkabılarını keserek yarışın kalan dört gününü koşmuş ve yarışı birinci bitirmiş.
Hedefleri arasında,                                               
-10 gün sürecek 250 kilometrelik Gobi Çölü Ultra Maratonu ve
-240 kilometrelik Runfire Cappadocia Maratonu var.

  SAĞLIK iÇiN ATTIĞI ADIM  ONU GOBi’YE GÖTÜRÜYOR

RUNFIRE CAPPADOCIA NEDİR?
Argos Kültür Sanat’ın düzenleyeceği yarış, dünyadaki ‘çöl maratonu’ konseptini Türkiye’ye getiriyor. 200 kilometreyi aşan ve 6 günde tamamlanan Runfire Cappadocia’da Uçhisar, Güvercinlik Vadisi, Ortahisar, Acıgöl, Damsa Gölü, Yüksek Kilise, Güzelyurt, Ürgüp, Göreme, Avanos, Ihlara Vadisi ve Tuz Gölü’nden geçiliyor. Rota’da bazen 1700 metre yüksekliğe kadar çıkılırken bazen de 900 metre kadar aşağıya iniliyor.

Milliyet

Kanada Tecrübesi - Canada Experience

Türkiye'de kısa bir is deneyimi olmuş, üniversite mezunu genç bir Türk kızının, bir Kanada şirketindeki ilk izlenimleri mail üzerinden bana da ulaşmıştı.
İş yaşamındaki ve iş görme anlayışındaki çarpıcı farklılıkları dikkatlerinize sunmak istedim...

Selam arkadaşlar,
Burada müdürlerin ayrı odaları yok. Bizimle ayni büyüklükteki kübiklerde oturuyorlar.
Müdürlerin sekreterleri de yok; genel bir idari sekreter var yalnızca.
İzin için yazılı dilekçeye filan gerek yok. İşin varsa, istediğin zaman çıkıyor, çalışma saatlerini kendin ayarlayabiliyorsun.
Mesela trafik veya başka bir sebeple bir saat geç geliyorsan, bir saat geç çıkıyorsun.
Müdürlerin misafirleri geliyorsa, gidip kendileri karşılıyor. Özel teşrifatçıları yok.
Herkes kendi fotokopi veya faksını kendi çekiyor; kimsenin emrine amade avare adam yok.
Herkese ait ISDN telefon var. Yani arayanın numarasını görebiliyorsun. Tüm telefonlarda iç ve dış mesaj servisi var. Arayanlar sesli mesaj bırakabiliyor. Kimse kimsenin telefonuna bakmıyor. Elini serbestçe kullanabilmen için, telefonlarda kulaklık da mevcut.
Ana girişlerde ve laboratuarlara girerken kart basılıyor.
Maaşlar aylık değil, iki haftada bir ödeniyor.
İki haftalık is programı çizelgeleri doldurulup yönetime veriliyor: yaptığınız isler, yapmayı planladığınız isler, yapamadıklarınız, niçin yapamadığınız, yapabilmek için nelere veya kime ihtiyaç duyduğunuz veya hangi eğitimleri almanız gerektiği, vb.
Senede bir ve üçer aylık çeyreklerde, priorities başlıklı bir form dolduruluyor (Öncelikler). Bu form sizinle müdürünüz arasında bir tür sözleşmedir. Kariyerinizi hangi yönde geliştirmek istediğiniz, o dönem boyunca yapacağınız tüm isler ana hatlarıyla bu formda yer alıyor. Tabii bunların yorumdan uzak ve ölçülebilir olması gerekiyor.
Davranış biçiminiz de ölçülüyor. Mesela, isinizi yapmanız için hangi yeteneklere sahip olmanız ve ne tür davranışlar sergilemeniz gerektiğine kendiniz karar veriyor, su anki durumunuzu ve ulaşmanız gereken noktayı belirliyorsunuz ve dönem sonunda kendinizi değerlendiriyorsunuz.
Bunun için, mesai arkadaşlarınıza birer feedback (geri-besleme) formu dağıtıyor ve doldurmalarını rica ediyorsunuz. Onlar da son derece nesnel biçimde sizi değerlendiriyorlar. Böylece almanız gereken eğitimleri daha iyi belirliyor, sizi sınırlayan risk faktörlerini sıraya koyuyorsunuz.
Kâğıt israfı olmasın diye hemen hemen her türlü iletişim bilgisayar üzerinden yapılıyor.
Bütün teknik dokümanlar bir web sayfasında bulunuyor. Herkes kendi projesiyle ilgili belgelere bakmaya tam yetkili iken, başka projelere de misafir statüsüyle girebiliyor. Hangi amaçla olursa olsun, hazırlanan tüm dokümanlar bu web sayfasında bulunuyor.
İşe yeni başlayan bir elemanın saatlerce dosya araştırmasına gerek yok. Size bir şifre veriyorlar, sizin için gerekli tüm bilgilere anında ulaşıp ise aşina oluyor, kendinizi geliştirebiliyorsunuz. Uzun sözün kısası, bilgi saklanmıyor!
Yemeklerde, asansörde, arkadaş toplantılarında projelerle ilgili konuşmanız yasak. Şirketinize ait bilgiler size açık, ama rakiplerinizin kapabileceği ortamlarda dile getirilemez.
Proje liderleri, yapılan her toplantının ardından herkese günü geçirmeden son durumu, karşılaşılan problemleri mail listesine gönderiyor.
Şirket-içi haberleşme de genelde mail ile yapılıyor.
Her cuma günü saat 16.00'da meşrubat, kek vs. eşliğinde yeni gelenlerin tanıtıldığı toplantılar yapılıyor. Yeni elemanlara çanta, mont, tişört vb. hediyeler veriliyor.
Elemanların yetenek ve tecrübelerine göre bölüm değiştirmeleri zor değil, hatta teşvik ediliyor.
Kanada'da en çok hoşuma giden şey, islerin mutlaka sonuçlandırılması ve hiçbir şeyin ortada bırakılmaması.
Mesela yazıcının toneri bittiyse, o sırada orada olan kişi isini bitirmiş olsa bile, mutlaka toneri değiştirip yazıcıyı öyle bırakıyor. "Bana ne, ben isimi bitirdim, benden sonraki düşünsün!" demiyor.
Bu her yerde böyle. Mesela yanlış bir telefonu aradıysanız, size nereyi aramanız gerektiğini söyleyip öyle kapatıyorlar. Bir ise başvurmuşsanız, arkasını takip etmeniz gerekmiyor, unutmuş olsanız bile onlar sizi aylar sonra arayıp bulabiliyor.
Boyum yetişmediği için birinden dosya istedim, bana istediğim dosyayı verdikten sonra, başkaları ayni durumu yasamasın (ve kendi gibiler tekrar tekrar zahmet çekmesin!) diye dosyaları bir alt rafa kaydırdı.
Bir şeyi yapmamanız gerektiği söylenmişse ve siz kulak asmayıp yapmışsanız, kim olursanız olun mutlaka ceza görüyorsunuz.
Her şey takip ediliyor, hiçbir şey laf olsun diye söylenip ortalıkta bırakılmıyor.
Herkes isini iyi yapıyor. Başka türlü davranabileceğini aklına bile getirmiyor.
İsinizi yaparken bilgiyi paylaşmıyorsanız, saklıyorsanız, arkadaşlarınıza yardımcı olmuyorsanız, hele başkalarına engel oluyorsanız, bütün bunları dikkate alıyorlar.

10 Haziran 2012 Pazar

Acer Dizüstü Bilgisayarı Formatlamak

Evde kullandığım Acer laptop bilgisayar, internete bağlanamıyordu. Kendimce sorunu çözmek adına epey emek ve zaman harcadıktan sonra, baktım olmuyor, bilgisayarı kaptığım gibi konusunda iddialı bir tamirciye götürdüm. Benimle ilgilenen arkadaşımız, bilgisayarı elimden bile almadan, sorunun %90 virüsten kaynaklandığını ve öncelikle yeni bir lisanslı program satın almam gerektiğini, yeni bir işletim programının tahminince 100$ civarında satılabileceğini falan söyledi.


Ben bilgisayarım için lisanslı ve yeni bir işletim programı satın almak hedefiyle oradan ayrıldım ve eve döndüm. Ancak şeytan dürttü diyelim, konuyu internette araştırırken, kendisine halen müteşekkir olduğum bir arkadaşımızın, bir forumda benzer bir konuyla ilgili yazdığı bilgiye ulaştım. Meğer, Acer dizüstü bilgisayarların orjinal işletim programı bir CD de değil, bilgisayarın içinde bir yerde saklanmaktaymış. Acer laptoplarda hard disk içinde imaj dosyası varmış (gizli bir bölümde) ve CD ile format atmaya gerek yokmuş. İddialı tamirci arkadaşımızın dahi bilmediği bu gizli, orjinal işletim programı nasıl işlevsel hale getirilebilir sorusunun cevabı da çok kolay.


Eğer, Acer dizüstü bilgisayarınıza virüs bulaşmışsa ve bilgisayarınıza format atarak (re-format) virüsten kurtulmak istiyorsanız, yapmanız gereken şey çok basit.
1-Başlat düğmesini tıklatıyorsunuz.
2-Açılan pencerenin en sağındaki ok işaretini tıklayıp, listeden "yeniden başlat"ı tıklatıyorsunuz.
3-Yeniden başlama aşamasında, bir kaç saniye görünen açık gri sayfa ekrana geldiğinde "ALT" ve "F10" düğmelerine aynı anda basıyorsunuz veee baam! formatlama sürecinin ilk sayfası karşınızda beliriyor. Bundan sonra bilgisayar zaten sizi yönlendiriyor.


Böylece, aşağı yukarı 30-40 dakika süren bir formatlama süresi sonunda, içeriği temizlenmiş, virüslerden arınmış, ilk günkü gibi hızlı çalışan, internete de bağlanabilen bir bilgisayarınız oluyor ve bu işi tek başınıza, oturduğunuz yerden yapıyorsunuz, lisanslı yeni bir program CD si almak zorunda kalmıyorsunuz ve en önemlisi de yaklaşık 100$ cebinizde kalıyor. Ben yaptım, siz de yapabilirsiniz.

Komik Fıkra-Zenci Süt Annesi

Genç bir kadın, aylardır evden uzakta bir şantiyede çalışan kocasına aşağıdaki satırları yazar;
"Sevgilim,
Biliyorsun, sen şantiyedeyken nur topu gibi bir bebeğimiz oldu. Sütüm yetmediği için, yavrumuzu besleyebilmek amacıyla bir sütanne tuttum. Yalnız, bu sütannenin zenci olmasından dolayı çocuğumuz, emdiği sütün etkisiyle zaman içinde zenciye dönüştü. Haberin olsun dedim. Bu konuda benim bir suçum olduğunu düşünmezsin umarım. Öptüm, Biricik eşin"
Bunun üzerine, genç kadının kocası da kendi annesine bir mektup yazar;
"Sevgili anneciğim,
Karım bana gönderdiği son mektupta, sütü yetersiz olduğu için bir sütanne tuıtmak zorunda kaldığını, o sütannenin zenci olduğunu ve bu yüzden bebeğimizin de zamanla zenciye dönüştüğünü yazıyor. Bu durumdan, eşimi sorumlu tutamayız diye düşünüyorum.
Selam ve sevgilerimle"
Mektubu alan Anne ise, oğluna aşağıdaki cevabı yazar;
"Sevgili oğlum,
Aslına bakarsan, sen doğduğunda benim sütüm de yetersiz kalmıştı. Ama biz fakir olduğumuzdan dolayı, sütanne tutamayıp onun yerine seni inek sütüyle beslemek zorunda kalmıştık. Bu durumda takdir edersin ki, senin safkan bir öküz olmanın sorumlusu da ben değilim.
Seni seven annen"

9 Haziran 2012 Cumartesi

Elektrikli Otomobil

RenaultElektrikli Otomobil Yola Çıktı
Elektrikli Otomobil Ülkemizde 2012 yılı Mayıs ayı başından itibaren satışa sunuldu. Renault’un Yüzde 100 elektrikli otomobili Fluence Z.E. (Zero Emission/Sıfır karbon salımı) Denizli’de üretiliyor.
Elektrikli Otomobil hiç ses çıkarmıyor. Motorun çalıştığı ancak kadranda görünen “go” yazısından anlaşılabiliyor.
Araç, şimdilik şehir içi kullanım için uygun görünüyor. Çünkü teknoloji henüz yeni olduğundan şarj noktaları yaygın değil. İstanbul’da dokuz şarj merkezi var, sayının yılsonuna kadar 40’a çıkarılması öngörülüyor. Ayrıca 44 yetkili satıcıda şarj hizmet noktası bulunuyor.
Şarj edilmiş bir akü ile 185 kilometre gidilebiliyor. Akünün dolma süresi ise 6-8 saat civarında, ancak hızlı dolumda bu süre 30 dakikaya düşüyor.
Fluence Z.E. lityum iyon manganez bataryayla çalışıyor. Batarya bakım gerektirmiyor.
Batarya kira bedeli ayda 83 Euro.
Araçta donanım olarak; ABS, ESP, sürücü ve yolcu ön hava yastıkları, göğüs hava yastıkları, ön ve arka yan hava yastıkları, immobilizer, çift yönlü otomatik klima, radyo-CD MP3 çalar, ısıtmalı yan aynalar, 16 jantlar, gövde rengi çıta, kapı kolları ve aynalar, standart olarak sunuluyor.
Fluence Z.E. nin fiyatı 64 bin 900 TL’den başlıyor.
Bu otomobille Denizli’den Ankara’ya gidip gelmenin maliyeti ise, yaklaşık 8-10 TL.