31 Mayıs 2012 Perşembe

Zayıfla, Zayıf Kal-3

-Öğünlerimizi mümkün olduğunca kendimiz hazırlayacağız. Böylece ne yediğimiz, ne kadar yediğimiz kendi kontrolümüzde olacak.
-Tuz, şeker ve un, bu üç beyazdan uzak durulacak.
-Sebzelerle dost olunacak.
-Yeme faaliyeti, yatmadan en az 3 saat önce durdurulacak.
-Günde 8 saat uyunacak.
-Kısa yürüyüşler, merdiveni tercih etmek gibi, vücudumuzun hareketini artıran fırsatlar kaçırılmayacak.

29 Mayıs 2012 Salı

Zayıfla, Zayıf Kal-2

-Ekmek az yenecek. Kepeği alınmamış, tam tahıl olanı tercih edilecek.
-Pirinç, makarna, kek, pasta, börek ve benzerlerinden uzak durulacak.
-Meyve, sebze ve tahıl türü gıdalar kabuklarıyla ve kepekleriyle birlikte tüketilecek.
-En iyi lif kaynakları olan çilek, kabak, ıspanak, elma ve fasulyeden bol bol yenilecek.
-Yemek tabağının küçük olanı seçilecek.
-Yemeklerde kullanılan her türden yağ azaltılacak.
-Kahve ve çay dahil şeker kullanmak yasak. Şekerin tadı unutulmalı.
-Patates sebze görünümlü şekerdir, uzak durulacak.
-Fast-food gıdalar yenilmeyecek.
-Her sabah mutlaka kahvaltı edilecek.

27 Mayıs 2012 Pazar

Zayıfla, Zayıf Kal-1

-Sabah yataktan kalkınca hemen ve her bir öğünden önce mutlaka, bir bardak su içilecek. Su metobolizmayı hızlandırıyor, unutma.
-Kola ve benzerleri içilmeyecek.
-Meyve suyu değil, meyvenin kendisi yenilecek.
-Enerji içecekleri yasak.
-Sütlü kahve yerine, sadesi içilecek.
-Zayıflama sürecinde alkol alınmayacak.
-Yapay veya doğal tatlılardan uzak durulacak.
-Her öğünde mutlaka proteinli besinler yenilerek, tokluk hissi sürekli hale getirilecek. Beyaz et ve yumurtanın beyazı ilk akla gelen seçenekler.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

İnternet nedir?

İnternet nedir?
Internet, dünyanın her yerindeki milyonlarca bilgisayarı, bilgisayar sistemlerini birbirine bağlayan bir iletişim ağıdır. İnternet sözcüğünün İngilizceden birebir çevirisinin karşılığı “iç-ağ” veya “dahili-ağ” demektir.
İnternet bağlantısı olan bir kullanıcı, eğer kendisine yetki verilmişse, internete bağlı diğer herhangi bir bilgisayardaki bilgilere erişebilir, onları kendi bilgisayarına alabilir, kendi bilgisayarından da internet erişimi olan başka bir bilgisayara gönderebilir.
İnternet, elektronik ortama aktarılabilen her türlü bilginin, görüntünün ve sesin kaydedilmesini, saklanmasını ve paylaşılabilmesini sağlar.
İnternet sayesinde bilgiye kolay, hızlı, ucuz ve güvenli bir şekilde erişebiliriz.
Bakış açımıza bağlı olarak interneti bir bilgi denizine, devasa bir kütüphaneye ya da milyonlarca su buharı zerreciğinden oluşan bir buluta benzetebiliriz.
Günümüzde interneti kullanarak;
-         Alışveriş yapabilirsiniz,
-         Banka hesabınızı düzenleyebilir, kart borcunuzu ödeyebilirsiniz,
-         Vergi işlemlerinizi yapabilirsiniz,
-         Radyo dinleyebilir, televizyon izleyebilirsiniz,
-         Gazete, dergi okuyabilirsiniz,
-         Diğer insanlarla haberleşebilir, sohbet edebilirsiniz,
-         Oyun oynayabilirsiniz,
-         Bilimsel-akademik çalışmalarınızı ve araştırmalarınızı yürütebilirsiniz, vb.
Bir diğer deyişle, hayata dair birçok şeyi günümüzde internet ortamında yapmanız mümkündür.
İnternet insanlık tarihinin en önemli buluşudur. Bireysel ve toplumsal ilişkilerimizi, alışkanlıklarımızı, devletin ve özel şirketlerin kurumsal yapılanmalarını, kısaca tüm hayatımızı ve geleceğimizi değiştirme gücünü içinde barındırmaktadır.
İnternet çağına hoş geldiniz.

22 Mayıs 2012 Salı

Komik Fıkra - Hamza Abi

Mahallede, evin birine ayı girmiş. Mahallenin bıçkın delikanlıları olaya el koymuşlar.
Fakat ayı hırçın çıkmış, mahallenin yiğitleri korkudan ayıya yaklaşamamışlar.
Bir çare düşünürken, akıllarına paragöz Hamza Abi gelmiş. Hamza abi de, işsiz güsüz, ayı gibi iri kıyım, kıllı, esmer, kuvvetli bir adam. "Bu işi ancak o halleder, parasını da veririz" deyip koşmuşlar Hamza Abiye.
"Hamza abi, evlerden birine ayı girmiş, 300 liraya halledermisin" diye sormuşlar.
Hamza Abi gözlerini kısıp biraz düşünmüş "Hallederim ama üç şartım var" demiş.
"Birincisi öpüşmem, ikincisi 150 liradan fazla vermem, üçüncüsü de, erkek olursa adımı koyarsınız" demiş.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Komik Fıkra - Trabzon Yakınlarına Düşen Uçak

Trabzon yakınlarındaki bir köy mezarlığına, 4 kişilik bir eğitim uçağı düşmüş. Köye ilk ulaşan televizyon ekibinin mikrofonuna, köy muhtarı Temel “Enkazdan 80 çeset çikarduk, ölü sayisu artabilur, çok üzgunuz”  diye açıklama yapmış.

20 Mayıs 2012 Pazar

Komik Fıkra-Temel Avcıların Lideri


Temel avcıların lideri, birgün hep birlikte ava çıkmışlar, ormanda ilerliyorlarmış. Karşılarına küçük bir delik çıkmış. Temel "Yatın, tavşan deliği" demiş. Yatmışlar. Delikten tavşan çıkmış. Avlayıp yola devam etmişler.
Yolda bakmışlar, daha büyük bir delik Temel "Yatın tilki deliği" demiş. Yatmışlar.

Delikten tilki çıkmış, vurmuşlar. Yollarına devam etmişler. Sonra daha büyük bir delik görmüşler "Yatın ayı ini" diye bağırmış Temel. Delikten çıkan ayıyı da avlamışlar.
Temel her deliği her hayvanı biliyormuş Temel keyifli, avcılar temele saygılı giderken öncekilere benzemeyen çok büyük bir delik görmüşler. Avcılar dönüp Temel'e bakmış.
Temel "Uşaklar" demiş "ne çikacağunu bilmeyrum. Siz deluğun onune sipere yatun, ne çikarsa bahtumuza"
Ertesi gün gazete manşetlerinde, "Dört avcı, trenin altında kaldı." haberi varmış.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Kene Isırması-Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) Hastalığı

Kene-Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) Hastalığı
2012 yılının Mayıs ayındayız ve kene ısırmasına bağlı ölüm haberleri gelmeye başladı. Bugün akşam haberlerinde, son bir haftada ölen insanlarımızın sayısının 6 ya ulaştığı söylendi. Şaka değil, bahçede, tarlada çalışırken ya da bir kır gezintisi veya piknik sonrası hayatınızı kaybedebilirsiniz, bu konu hayat memat meselesi bir başka deyişle. O halde ne yapabiliriz, bu derdin çaresi nedir, cevap vermemiz gereken temel soru bu.
Keneler, büyük çoğunluğumuzun ne olduğunu bile bilmediği, genellikle küçük örümceklere bennzeyen canlılar. Farklı renk ve büyüklükte olabiliyorlar ve insanlar dahil diğer canlıların kanını emerek besleniyorlar.
                                          

Dünyanın her yerinde yaşayabilen kenelerin bazı türleri ölümcül Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı virüsünü taşıyor. Virüs taşıyan kene, insan veya hayvandan kan emerken hastalık virüsünü bulaştırıyor.
Hastalık bilinen tarihte ilk defa, 1944 yılında Kırım’da görülmüş ve Kırım Kanamalı Ateşi olarak tanımlanmış, daha sonra 1956 yılında Kongo’da görülen hastalığın da Kırım Kanamalı Ateşi ile aynı olduğunun anlaşılması üzerine, bu günkü Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığı adını almış.
Ülkemiz, kenelerin yaşamaları için coğrafî açıdan oldukça uygun bir yapıya sahip. Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığı Ülkemizde 2002 ve 2003 yıllarının bahar ve yaz aylarında görülmüş.
Hastalık daha çok hayvancılıkla uğraşanlarda, mezbaha çalışanlarında ve kırsal alanda yaşayanlarda görülüyor.
Virüs taşıyan kenenin ısırmasından sonraki 1-3 gün içinde, hastalık belirtileri ortaya çıkıyor. Hastalığın belirtileri ateş, kırgınlık, baş ağrısı, halsizlik, aşırı duyarlılık, kollarda, bacaklarda ve sırtta şiddetli ağrı ve belirgin bir iştahsızlık şeklinde ortaya çıkıyor. Bazen kusma, karın ağrısı veya ishal olabiliyor. İlk günlerde yüz ve göğüste kızarıklık görülüyor. Bazen kadınlarda vajinal kanama da olabiliyor. Hastalığın kesin teşhisinin yapılabilmesi ancak laboratuar tetkikleri ile mümkün.
KKKA, kişinin virüsü alması halinde ölme ihtimalinin yaklaşık %30 ile %50 arasında olduğu, ölümcül bir hastalık. Ölüm olayları daha çok hastalığın ikinci haftalarında (5-14.gün) görülmekte.
İyileşme genelde hastalığın dokuzuncu veya onuncu günlerinde olmakta.
Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığının bugün için etkili bir aşısı yok. Hastalığın kesin ve etkin bir tedavisi de yok, ancak destek tedavileri uygulanıyor.

KKKA hastalığından korunmak için;
-Keneler genel olarak nisan ve ekim ayları aralığında aktiftirler. Bu dönemlerde dikkatli olunmalı.

-Piknik amaçlı olarak su kenarları ve otlak alanlarda bulunanlar, döndüklerinde mutlaka üzerlerini kontrol etmeli ve kene varsa usulüne uygun olarak vücuttan uzaklaştırmalı.
-Çalı, çırpı ve gür ot bulunan yerlerden uzak durulmalı, bu gibi yerlere çıplak ayakla veya kısa giysilerle girilmemeli.
-Ormanlarda çalışan işçiler ve ava çıkanlar lâstik çizme giymeli veya pantolonlarının paçalarını çorap içine almalı.
-Mümkün olduğu kadar kenelerin bulunduğu alanlardan ve hayvan barınaklarından uzak durulmalı.
Riskli yerlerde bulunulması durumunda, vücutta kene olup olmadığı kontrol edilmeli. Vücuda yapışmış kene varsa, kesinlikle ezilmeden ve kenenin ağız kısmı koparılmadan (bir pensle sağa sola oynatarak, çivi çıkarır gibi) alınmalı.
-Kenelerde kusmaya sebep olduğundan, vücuda yapışan kenenin üzerine kesinlikle herhangi bir kimyasal madde dökülmemeli. Kene, sigara veya kibrit kullanarak uzaklaştırılmaya çalışılmamalı.
-Hayvan sahipleri hayvanlarını kenelere karşı ilâçlamalı, hayvan barınakları kenelerin yaşamasına imkân vermeyecek şekilde olmalı, çatlaklar ve yarıklar tamir edilerek badana yapılmalı. Kene bulunan hayvan barınakları ilâçlanmalı.
-Gerek insanları gerekse hayvanları hastalığa karşı korumak için "repellent" olarak bilinen böcek kaçıranlar dikkatli bir şekilde kullanılabilir. Repellentler sıvı, losyon, krem, katı yağ veya aerosol şeklinde hazırlanan maddeler olup, cilde sürülerek veya elbiselere emdirilerek uygulanabilir.
-Hasta ile temas sırasında mutlaka genel korunma önlemleri (eldiven, önlük, gözlük, maske vb.) alınmalı.
-Hastanın kan ve vücut sıvıları ile temastan kaçınılmalı.



14 Mayıs 2012 Pazartesi

Başarmak Üzerine-10 "Öncelikli Hedefler"

Başarmak Üzerine-10 "Öncelikli Hedefler"


Öncelikli hedefler, başarıya giden yolun altyapısını oluşturur. Öğrencilik dönemi bitmeden halletmen gereken şeylerdir.
-İngilizce öğren. Olmadığında eksikliğini çok sık hissedeceğin bir meziyettir, dünyanın ortak dilidir.
-Ehliyet al. Bir otomobil edinme vakti mutlaka gelecektir.
-Spor yap. Bedenini çalıştır, sağlıklı ve zinde ol.
-Teknolojiye yakın ol. Bilgisayardan anla, bilişim dünyasını izle ve kullan.
-İş deneyimi edin. Biyerlerde çalış, kendini test et.
-Yurt dışına çık. Başka ülkeleri gör, başka insanları tanı, ufkunu genişlet.
-Web sayfası aç. İnternet ortamına ısındır kendini, geleceğe hazırlan.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Başarmak Üzerine-9 Özgüveni Yükseltmek

Özgüveni (Kendine Güveni) Yükseltmek İçin;

-Özgüven doğuştan gelen bir özellik değildir, üzerinde çalışırsan gelişir, unutma.
-Geçmişte başardıklarını hep hatırla ve o başarılar üzerinden özsaygını besle.
-Herkese, herşeye hemen inanma, etrafta abartılar ve yalanlar dolaşır, kanma.
-Başarmış, saygın yakınlarınla gururlan, onlardan bir parça olduğunu unutma.
-Acele kararlar alıp, biraz zorlanınca hemen vazgeçme, karar verdiğinde, bunu bir başarı hikayesine dönüştür.
-Zorlukları, gelişmen için, özgüvenini yükseltmek için fırsatlar olarak gör, zor olana meydan oku. 
-Bilmek özgüveni artırır, kitap, gazete, dergi oku, televizyon izle, gündemi yakala.
-Yeryüzünde bir eşinin bulunmadığını, tek ve özel olduğunu unutma.
-İnsanlarla ilişkilerinde dikkatli ol, sana saygı duyulmasını sağla. Bunun için;
   --Dış görünüşüne özen göster, temiz ve bakımlı ol.
   --Omuzlarını düşürme, dik dur, yere sağlam bas.
   --İnsanlarla konuşurken gözlerine bak, göz temasından kaçınma.
   --Konuşurken ses tonuna enerjini yansıt, acele etme ve doğru kelimeleri kullan. 
   --Beden dilinle, ses tonunla ve bakışlarınla saygıdeğer olduğunu hissettir insanlara. 

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Ben Amerikadayken-9

Herkes Koşuyor
Kampüsteki ilk günlerimde farkına vardığım bir diğer şeydi, kızların, erkeklerin, hocaların herkesin bir şekilde sporla ilgili olması. Kaldırımlarda, yol kenarlarında, parklarda insanlar spor amaçlı yürüyor yada koşuyorlardı. Bunların arasında 60-70 yaşını geçmiş yaşlı insanlar da vardı. Amerikada insanların neden bu kadar spor yapmaya düşkün olduklarına ilişkin biz Türkler aramızda teoriler geliştiriyorduk. En çok kabul gören teori, Amerika da sağlık sisteminin özel sigorta şirketleri üzerine kurulu ve çok pahalı olması nedeniyle, insanların vücut dirençlerini arttırmak ve kolay hastalanmamak için durmadan koştukları yönündeydi. Bizim öyle bir derdimiz olmadığından, ancak canımız istediğinde, keyfimize göre takılıyorduk spor olayına.
Üniversitede, hemen hertürlü sporu yapabileceğimiz alanlar yaratılmıştı.  Bilardo masalarından, açık ve kapalı yüzme havuzlarına, bowling salonundan, voleybol sahalarına kadar, akla gelebilecek her türlü spor faaliyeti için dünya standartlarına uygun tesisler oluşturulmuştu.
Bunların arasında, basketbol ve Amerikan futbolunun özel bir yeri vardı. Kampüste, her iki spor dalına da özel ve Türkiyede benzerlerini ancak bir kaç büyük şehrimizde görebileceğimiz, devasa tesisler yapılmıştı.
Basketbol karşılaşmaları için yapılan binanın ilginç bir mimarisi vardı. Bina, dev bir uçan daire formundaydı. Amerikanın büyük üniversitelerinin basket takımları sık sık konuğumuz olur, hocalarımız derslerde bizleri destek olmaya çağırır, bu ortak coşkuya bizlerin de katılmasını teşvik ederdi.
Amerikan futbolu maçları ise, sanki bir büyük bayram coşkusuyla izleniyordu. Büyük stadın dış cephelerine yerleştirilmiş sütunların, dünya savaşlarından birinde ölen üniversitemiz öğrencilerinin her birini temsil ettiği anlatılmıştı bize. Bu stadta oynanacak bir maç için, bizlere ücretsiz bilet dağıtılması üzerine, küçük oğlum ve ben de tribünlerdeki yerimizi aldık, ancak daha ne olduğunu, oyunun nasıl oynandığını bile anlayamadan, oğlumun gösterdiği aşırı sıkılma belirtileri üzerine, izleyici koltuklarımızı terkettik.

8 Mayıs 2012 Salı

Browser (Tarayıcı) nedir?

Browser yada web tarayıcıları, internete girebilmemizi sağlayan programlardır. Bunlar olmadan, milyonlarca web sayfasının bir ağ üzerinden birbirlerine bağlanmasıyla oluşan internet ortamına girmemiz mümkün değildir. Tarayıcılar, internet ortamında bulunan her şeyin ekranlarımıza ulaşmasını sağlar. İnternet Explorer, Mozilla Firefox ve Opera halen en yaygın kullanılan tarayıcılardır.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Bozuk Süt Zehirlermi – Laktoz İntoleransımı?

Bozuk Süt Zehirlermi – Laktoz İntoleransımı?

Milli Eğitim Bakanlığımız yerinde bir karar aldı ve 2 Mayıstan itibaren ilköğretim okullarında, ana sınıfından 5. sınıfa kadar ücretsiz süt dağıtımına başlandı. Proje, çocuklarımıza süt içme alışkanlığının kazandırılması ve sağlıklı beslenmeleri bakımından son derece önemli ve yerinde bir uygulama. Ancak, son üç günde, Türkiye’nin her yerindeki okullardan, öğrencilerin rahatsızlandığı ve çok sayıda öğrencinin hastaneye kaldırıldığı haberleri gelmeye başladı. Süt dağıtımından hemen sonra çocuklarda bazı rahatsızlıklar görüldü. Şimdiye kadar, 4 binin üzerinde çocuk mide bulantısı, kusma gibi şikâyetlerle hastanelere müracaat etti.
Uzmanlara göre, çocuklarda ortaya çıkan rahatsızlıkların iki sebebi olabilir. Birincisi, bozuk sütlerin içilmesinden kaynaklanan bir tür gıda zehirlenmesi ihtimali. İkincisi ise, süte karşı vücudun olumsuz tepki vermesi olarak tarif edebileceğimiz, tıp dilinde "laktoz intoleransı" olarak tanımlanan bir rahatsızlığın ortaya çıkması.
Sorumlu bozuk süt olabilir mi?
Aslında süt, doğal olarak içinde çeşitli bakteriler barındıran bir gıda maddesi. Uygun ortamda korunmayan ve yüksek ısıya maruz kalan süt, ilk bakışta normal bir süt gibi görünse bile, içinde çok fazla miktarda zararlı bakteri barındırır. Bakteriler çoğalmak için sütte bulunan ve bir tür şeker olan laktozu enerji kaynağı olarak kullanır. Bu süreçte laktoz, laktik aside dönüşür ve süt içindeki laktik asit miktarı belli bir seviyeye ulaştığında, sütün tadı ekşir ve süt kötü kokmaya başlar.
Pastörizasyon işlemi, sütte bulunan bakteri, küf ve diğer hastalık yapıcı organizmaları öldürür. Ancak, pastörize edilmiş sütte bile bazı bakteriler var olmaya devam eder. Süt uygun olmayan koşullarda saklandığında, bu bakteriler çoğalarak kritik seviyeye ulaşır. Bu şekilde bozulan süt, insan sağlığı için tehlikeli olabilecek bakteriler barındırır.
Yetişkin İnsanlar sütün bozuk olduğunu kolayca anlayabilir. Ancak, küçük çocukların normal süt ile bayat sütü birbirinden ayırmaları zor olabilir. Bozuk süt içen bir çocukta, tipik gıda zehirlenmesi belirtileri görülür. Bayat sütü içtikten sonra çocukta yüksek ateş gelişebilir, ayrıca kusma, ishal ve karın ağrısı görülebilir. Bu durumda mutlaka bir hastaneye başvurulması gerekir. Zamanında ve etkili tıbbi müdahalenin yapılmadığı gıda zehirlenmesi vakalarında, hayati tehlike ortaya çıkabilmektedir.
Laktoz(süt) intoleransı nedir?
Laktoz intoleransı, özellikle süt içtikten sonra insan vücudunda bir takım rahatsızlıkların ortaya çıkması halidir.  Laktoz intoleransı olan, yani süte karşı hassasiyeti bulunan kişilerde, süt içtikten sonraki iki saat içinde karın bölgesinde gaz, şişkinlik, bulantı ve ishal gibi şikayetler ortaya çıkar.
Süt şekeri de denilen ve doğada sadece sütte bulunan laktoz, laktaz denilen bir enzim tarafından parçalanmak suretiyle vücudumuz tarafından sindirilebilir. İnce bağırsak yüzeyinde bulunan ve insanda bebeklik döneminde en yüksek seviyesinde bulunan laktaz enzimi, bebeklik döneminin sona ermesiyle birlikte azalmaya başlar.
İnce bağırsaktaki laktaz enziminin azalması veya tamamen ortadan kalkması durumunda, laktaz enzimi eksikliği ortaya çıkmakta, sütte bulunan laktoz parçalanamadığından, emilememektedir. Bu durum, artan laktoz konsantrasyonundan dolayı, bağırsak içindeki basıncın artmasına yol açmakta, artan basınç lümenler içine su akımına sebep olmakta ve sonuç olarak süt içen ve laktoz intoleransı bulunan kişide şişkinlik, gaz, kolik ve ishal gibi şikayetler ortaya çıkmaktadır.
Laktoz intoleransı, hayati tehlikeye yol açan bir rahatsızlık değildir. Süt içilmemesi veya az içilmesi suretiyle, yakınmaların ortadan kaldırılması mümkündür.
Kişide laktoz intoleransı olup olmadığı, laktoz tolerans testiyle anlaşılabilir.
O halde sorun ne olabilir?
Uzmanlar bozuk ve bayat süt içilmesine bağlı gıda zehirlenmelerinde, şikayetlerin gıda tüketiminden 6 saat sonra ortaya çıkmaya başladığını, oysa çocuklarımızın ilk yarım saatten sonra rahatsızlanmaya başladığını, ayrıca çocuklarda yüksek ateş de görülmediğini dikkate alarak, bozuk süt içilmesine bağlı bir gıda zehirlenmesi değil, rahatsızlıkların laktoz intoleransından kaynaklandığını ifade ediyorlar.
Şikayetlerin hafif rahatsızlıklar şeklinde ortaya çıkması ve halen hastanelerde yatarak tedavi gören çocuk bulunmaması, süt içen çocuklarda ortaya çıkan rahatsızlığın, laktoz intoleransından kaynaklandığı iddiasını "şimdilik" destekliyor.
Sağlıcakla kalın…..

4 Mayıs 2012 Cuma

Komik Fıkra-Temel ile Zenciler

Temel Amerikaya gitmiş. Hayatında ilk defa zenci görmüş.
-"Ula punlar ne piçum insandur boyle, ula allahun işuna bak", filan diyerek söylenmiş, çok yadırgamış zencileri.
Gözünü dikip bakmalar, garip hareketler derken, oteldeki zenciler de kıl olmuş Temele.
Akşam olmuş, yatma vakti gelmiş, Temel resepsiyondaki zenci görevliye -"Uşağum sabahleyin erken kalkmam lazum, beni sabah altida uyandırırımisun" diye ricada bulunmuş, görevli de "Okey Mr. Temel" deyince, Temel odasına çıkıp derin bir uykuya dalmış.
Sabahtan beri Temele gıcık kapan zenci otel çalışanları, Temele bir ders vermek için, geceyarısından sonra sessizce odasına girmiş ve derin uykudaki temelin, yüzünü, ellerini, açıkta kalan yerlerini kahverengiye boyayıp çıkmışlar.
Sabah altıda, uyandırma servisi Temeli uyandırmış. Temel uyku sersemi lavaboya gitmiş, yüzünü yıkamak için.
Aynada yüzünü görünce, afallamış, şaşkın bir halde ellerine, ayaklarına bakmış, -"Ula pu salaklar beni uyantıracağuna, zenci müşterilerden pirini mi uyandirmişdur, hay sizun nenenuza", diye söylene söylene yatağına dönmüş ve tekrar uykuya dalmış.


3 Mayıs 2012 Perşembe

Ben Amerikadayken-8

İkiz şehir "twin-city" olarak da bilinen Champaign-Urbana, yaklaşık 150 bin nüfuslu bir üniversite şehriydi. İllinois eyaletinin tamamı gibi, burası da çarşaf gibi düz bir arazi üzerine kurulmuştu. Bu özelliğinden dolayı, eyaleti ve bulunduğumuz bölgeyi, kendi aramızda "Amerikanın Konyası" olarak niteliyor, dalga geçiyorduk.
Her yer mısır tarlalarıyla doluydu. Mısır, üniversite bünyesinde de önemli bir araştırma konusuydu. Kampüs alanı içinde, akademik araştırma amaçlı kurulmuş küçük mısır tarlaları bulunuyordu.
Şehirde evler, okullar, hastaneler, neredeyse tüm yapılar en fazla 3-4 katlı yapılmıştı. Şehirde bulunduğunuz herhangi bir noktadan etrafınıza baktığınızda, sadece en yakınınzda bulunan binaları ve ağaçları görebiliyordunuz. Ne yüksek bir yapı, ne de yüksek bir tepe görme şansınız yoktu. Bu durumun en büyük sakıncası ise, eğer şehre yeni gelmişseniz ve henüz şehri yeterince tanımıyorsanız, kolayca yolunuzu kaybetmenize neden olmasıydı. Çünkü yönünüzü bulmanıza yardımcı olacak bir bina, kule, dağ, tepe gibi birşey göremiyordunuz. Nitekim, ilk günlerimde, bir kaç kere yolumu kaybettim kampüs alanının etrafında.
Evimiz, üniversite tarafından, daha çok master ve doktora öğrencilerine tahsis edilen, küçük ve basit evlerden oluşan, yeşillikler içindeki geniş bir yerleşim alanının tam ortasındaydı.
Burası, dünyanın her yerinden Amerikaya eğitim amacıyla gelmiş, farklı milletlerden, yüzlerce insanın birlikte yaşadığı, komşuluk ettiği küçük bir köy gibiydi. Köyün yönetimi "Family House" ın sorumluluğundaydı. Evlerin kiralanması ve boşaltılması, evlerde olabilecek arızaların giderilmesi, bakım onarım gibi işler, bir tür site yönetimi diyebileceğimiz bu birim tarafından takip ediliyordu.
Family House, haftada bir yayımlanan, dört sayfalık küçük bir gazete çıkarıyordu. Ücretsiz olarak evlere dağıtılan bu gazetede, içinde yaşadığımız topluluğu (community) ilgilendiren haberler, ilanlar, duyurular, faydalı bilgiler yer alıyordu.
Zaten bu ülkede dikkatimi çeken şeylerden biri de, ücretsiz yayın bolluğu ve kağıdın cömertce kullanılmasıydı. Posta kutumuz sürekli reklam kağıtlarıyla, broşürlerle doluyordu. Üniversite ücretsiz, günlük bir gazete çıkarıyordu ve bayağı ciddi bir gazete formatındaydı. Yardım almak veya danışmak amacıyla gittiğiniz bir kurumda, hemen bir demet broşürün  elinize tutuşturulması normal bir durumdu. Bu ülkede herşey, her bilgi kağıtlara yazılmıştı. Size düşen, alıp okumak ve öğrenmekti.

1 Mayıs 2012 Salı

Ben Amerikadayken-7

Bir Türk öğrenci olarak Amerikaya gelişimin ilk günlerinde dikkatimi çeken, yadırgadığım, yada hoşuma giden şeyler oluyordu.
Üniversitemizin kampüsü adeta şehirle bütünleşmişti. Kampüsün nerede başladığı, şehrin nerede bittiğini belirleyen, şehri ve kampüsü birbirinden ayıran sınırlar, duvarlar, kapılar, kapılarda güvenlik görevlileri yoktu. Öğrenciler ve şehrin insanları iç içe yaşıyorlardı. Okula ait bir binaya girerken elektronik kapılardan geçmek zorunda değildiniz. Türkiyedeki üniversite yapısından ve güvenlik anlayışından tamamen farklı olan bu durum hoşuma gitmişti.
Dikkatimi çeken ve çok beğendiğim bir başka davranış ise, eğer bir öğrenci bir kapıya sizden önce ulaşmış ve açmışsa, kapının kendiliğinden sizin yüzünüze kapanmasına asla izin vermiyor, arkadan gelenin kapıya ulaşması için, kapıyı tutuyor ve bekliyordu. Bu gerçek bir incelik ve nezaket davranışıydı ve beni çok etkilemişti.
Ve beni çok şaşırtan bir diğer şey de, bu ülkede çimenlere basmak serbestti. Çimenler üzerinde oynamak, güneşlenmek, oturmak, yürümek, piknik yapmak serbestti ve bu harikaydı. Bölge çok yağış alıyordu. Hava ve toprak sürekli nemliydi. Sanırım bu nedenle, çimenler herzaman yeşildi ve hızlı büyüyorlardı. Sadece çimenler değil, aslında tüm bitkiler hızla büyüyordu bu ülkede. Sanki bir süre dikkatle izlesek, bitkilerin büyüdüğünü görebilirmişiz gibi gelirdi bize.
Kampüs alanındaki çim alanlar, bu iş için özel olarak yapılmış ve orta boy bir traktör büyüklüğündeki özel araçlarla, düzenli olarak biçiliyordu. Ve kesilen çimenler Türkiyedeki gibi toplanmıyor, oracıkta bırakılıyordu. Böylece çimenlerin budanan bölümleri, kısa sürede kuruyup toprağa karışıyor ve adeta kendi köklerine gübre oluyordu.