1 Mayıs 2012 Salı

Ben Amerikadayken-7

Bir Türk öğrenci olarak Amerikaya gelişimin ilk günlerinde dikkatimi çeken, yadırgadığım, yada hoşuma giden şeyler oluyordu.
Üniversitemizin kampüsü adeta şehirle bütünleşmişti. Kampüsün nerede başladığı, şehrin nerede bittiğini belirleyen, şehri ve kampüsü birbirinden ayıran sınırlar, duvarlar, kapılar, kapılarda güvenlik görevlileri yoktu. Öğrenciler ve şehrin insanları iç içe yaşıyorlardı. Okula ait bir binaya girerken elektronik kapılardan geçmek zorunda değildiniz. Türkiyedeki üniversite yapısından ve güvenlik anlayışından tamamen farklı olan bu durum hoşuma gitmişti.
Dikkatimi çeken ve çok beğendiğim bir başka davranış ise, eğer bir öğrenci bir kapıya sizden önce ulaşmış ve açmışsa, kapının kendiliğinden sizin yüzünüze kapanmasına asla izin vermiyor, arkadan gelenin kapıya ulaşması için, kapıyı tutuyor ve bekliyordu. Bu gerçek bir incelik ve nezaket davranışıydı ve beni çok etkilemişti.
Ve beni çok şaşırtan bir diğer şey de, bu ülkede çimenlere basmak serbestti. Çimenler üzerinde oynamak, güneşlenmek, oturmak, yürümek, piknik yapmak serbestti ve bu harikaydı. Bölge çok yağış alıyordu. Hava ve toprak sürekli nemliydi. Sanırım bu nedenle, çimenler herzaman yeşildi ve hızlı büyüyorlardı. Sadece çimenler değil, aslında tüm bitkiler hızla büyüyordu bu ülkede. Sanki bir süre dikkatle izlesek, bitkilerin büyüdüğünü görebilirmişiz gibi gelirdi bize.
Kampüs alanındaki çim alanlar, bu iş için özel olarak yapılmış ve orta boy bir traktör büyüklüğündeki özel araçlarla, düzenli olarak biçiliyordu. Ve kesilen çimenler Türkiyedeki gibi toplanmıyor, oracıkta bırakılıyordu. Böylece çimenlerin budanan bölümleri, kısa sürede kuruyup toprağa karışıyor ve adeta kendi köklerine gübre oluyordu.

Hiç yorum yok: